Kasım 20, 2012

Hız ve Yön

Yelkenli gemiler okyanusta giderken hızlarını ölçme işlemi geminin baş tarafından bir tahta kıymığın denize atılmasıyla başlarmış. Kıymığı atan içinden hemen bir tekerleme söyler ve kıymık geminin kıç tarafında bekleyen tayfanın hizasından geçerken onun el kaldırmasıyla tekerlemeyi tekrarlamayı durdururmuş. Örneğin; “kırk küp, kırkının da kulpu kırık küp” tekerlemesini normal konuşma hızında söylemek 3 saniye alırmış. Eğer kıymığı atan bunu tam ikinci kez söyleyip bitirdiğinde kendisine (yine örneğin) 15 metre mesafedeki tayfa elini kaldırırsa geminin 6 saniyede 15 metre yol aldığı bulunurmuş. Yani, 60 saniyede 150 metre, 60 dakikada (saatte) 9 km veya denizcilik deyimi ile 5 mil/saat.

Şimdiki dizel motorlu yük gemileri ve tankerler saatte ortalama 18 mil hız yapıyorlar. Yaklaşık saatte 33 km. “Amma da yavaş” demeyin. Bir gemi açık denizde hiç durmaksızın 24 saat aynı hızla yol alır. Yani 24 saatin sonunda gemi 33 x 24 = 792 km yol gitmiş olur. Bunu tek sürücülü bir kamyonun dümdüz yolda bile yapmasına imkan, ihtimal dahi yoktur.

Gemiler yönlerini pusula ile bulurlardı. Zamanla akıntı ve rüzgar etkisinden dolayı geminin burnu doğru rotayı gösterse de o rotaya paralel sapma yapıldığı anlaşıldığından ara sıra güneş ve yıldızların ufukla yaptıkları açıların ölçülmesinden faydalanarak geminin rota düzeltmeleri yapılırdı. Şimdi bunu modern GPS cihazları dünyanın herhangi bir noktasındaki konumu 25 cm. hata ile şıp diye buluyorlar. Gemiler karayoluna göre düz hatlarda hareket ettiklerinde hedeflerine daha kolay ve çabuk erişirler. Buna karşılık bir gemi Yunanistan’ın ve İtalya’nın en altından dolaşmak zorunda olduğu için İstanbul Barselona karadan da denizden de tamamen aynı mesafe, yani tam 2990 km. dir. Saatte 33 km giden bir gemi(cik) bu mesafeyi hiç durmadan 90 saatte yani 3 gün 18 saatte alır. Gemi ile aynı anda yola çıkıp karadan giden TIR’ımız o sırada daha İtalya’dan çıkamadı bile.

Bu yüzden dünya genelinde uzun yolda karayolu nakliyesi hem pahalı hem de daha yavaştır. Ancak bu durum sevgili ülkemizde ne yazık ki tam tersinedir. İstanbul’dan Rize’ye kamyonla kereste taşımak gemiden daha ucuz ve hızlı imiş. Bunu anlamak mümkün değil.

Etrafımızdaki denizlerin içine girip bıcı bıcı yapmak, balık avlamak veya mavi tura çıkmak işlevlerinden öte bir düşünce ile faydalanacak kaynak haline getirmekte asırların ihmali vardır. İstanbul Galata’ya en fazla 3 büyük yolcu gemisi aynı anda yanaşabilir.

İhracat limanı dediğimiz İzmir limanına en fazla 2 tane iri kıyım konteyner gemisi yanaşabiliyor. Bu liman özelleştirme kapsamında. Bu arada en son istatistikler buradaki yıllık kargo hacminin 11 milyon ton olduğunu gösteriyor. Avrupa’nın sayılı limanlarından Rotterdam’daki kargo hacmi yıllık 430 milyon ton, Avrupa’da ilk 10’a bile giremeyen Amsterdam’da ise 93 milyon ton.

Hani derler ya “Biz Barbaros’un torunlarıyız” diye. Laf. Barbaros halimizi görse hırsından kıpkırmızı olurdu herhalde. Deniz bizden uzak, biz denizden. Varsa yoksa karayolu. Bir ara “Avrupa’nın en büyük ro-ro filosu bizde” diye öğünürdük onu da yabancılara sattık, yorgan gitti, kavga bitti. Yine (nedense bizde bir EN BÜYÜKLÜK kompleksi vardır. Bir türlü anlamadım) “en büyük deniz otobüsü filosu bizde dedik” sonra onu da özelleştirdik. Alanlar ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Her gün skandal haber olmakla ünlendiler. Yok 4 şişe şarapla yolcu binemezmiş, yok fiyatlar pahalı, yok klimaları bozuk. Tekstilde iyi olan işletmecilik yönümüz denize çıkınca sıfır oluyor besbelli. Yakında tümünü yabancılara satarlar olur biter. Bu özelleştirmede yan bastığını anlayan büyüklerimiz şimdi Bursa Belediyesine “sen de deniz otobüsü işine gir, rekabet olsun. Sana yanaşacak iskele de ayarladık” diye gaz veriyorlar.

Dikkat ediniz, şimdi verdiğim iki örnek yani ro-ro işletmesi ve deniz otobüsleri, her ikisi de karayolu yük ve insan taşımacılığının türevi veya tamamlayıcısı. Denizi deniz nakliyeciliği olarak düşünme huyumuz yok. Suyu, nehiri, gölü, denizi sevmiyoruz ve bir türlü alışamıyoruz. Hiçbir uluslar arası turnuvada yelken, kürek, yüzme, tramplen atlama, su topu ve benzerleri dallarda başarımız yok. Marmara Denizi sahillerindeki tekneler rakı-balık için yüzen sofra konumunda sadece.
Çamur akan Londra’daki Thames nehrinde bir Pazar günü 60’lık hatta 70’lik delikanlıların incecik kiklerde tek çifte veya iki tek kürek çektiklerini görmüş aynı şeyi Haliç için de hayal etmiştim. Hayal devam etmekte.
Pırıl pırıl görünümdeki Sapanca, İznik, Eğirdir, Van veya Keban baraj göllerinde tek bir yelkenli tekne göremezsiniz. Yıllar önce Hollandalı bir ahbabım bunu benden sormuştu. “Neden göllerinizde yelkenli yok?” diye. Orada akşamüstü işten çıkan bir memur ufak yelkenlisine atlayıp eni en fazla 20 metre olan kanalda yelken sporu yapıyor. Böylece denizi/ nehiri/ suyu tanıyan, onunla barışık olan kişi ondan taşıma yönünden faydalanmayı da iyi başarıyor. Bizde Ege sahillerinin gözüpek denizcileri ise kaçak göçmen taşıyarak nakliye sektörümüze katkıda(?) bulunma çabasındalar.

İşin ilginç yönü tersanelerimiz çok iyi. Kısaca iyi gemi yapıyoruz. Ama en iyilerini ihraç ediyoruz. Çünkü yerli armatör iyi gemiye pahalıdır diye fazla para vermek istemiyor. Eskiden tersane mühendisliği yapmış bir arkadaşımın anlattığına göre bu güvenlik anlayışı ile daha çok Tuzla tersane kazası olurmuş. “Neden?” deyince, “Gemi yapımı emek yoğun bir iş. Yabancı armatör sipariş verdi mi hemen buraya kontrol mühendisini yolluyor, adam öncelikle gemi yapımında çalışacak kişilerin sertifikalarına bakıyor. Örneğin gerçekten iyi kaynak ustası mı? diye sınav bile yapıyor. Öyle ya dünya kadar para verecek sonra geminin fırtınada kaynağı yırtılacak. Kesinlikle dünyanın hiçbir yerinde kabul edilemez bir durum. Dolayısıyla pahalı işçiliği ödemeye hazır ama yapılan işten emin oluyor. Yerli armatör ise gelir, geminin özelliklerine bile bakmadan;

– Ha uşağum UÇBİN tonluk olsun, emme ucuz olsun haa. Sonra külahlaru değişiruz.der. Ona göre ucuzluk önemli, kalite olsa da olur. O zaman patron sertifikalı işçi yerine sokaktaki simsardan ucuz fakat vasıfsız acemi işçi bulur. Onlar da iş kazalarında telef olur giderler.” Demişti.

Bu bile denizcilikte almış olduğumuz yolun uzunluğunu gösteriyor. Kısaca limanın yoksa, işletmecin yoksa, gemin olsa ne yazar?

Hani temel askere gitmiş, Karadenizli diye deniz kuvvetlerine yazacaklar.

Yazıcı çavuş sormuş;
– Yüzme biliyor musun?
– Ne o? Geminiz yok midur?

Bizde durum böyle. Hala ihracat pazarında Çinlilerden, Tayvanlılardan şikayet edeceğimize şu deniz nakliyesinin ucuz ve hızlı olduğunu bilebilsek ne kaybederiz?

Denize kıymık atıp hız tayin etme devri çoktan geçti de biz hala yolumuzu bulma gayretindeyiz..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir