Aralık 12, 2013

Lastikten al hesabı



1970’lerin
başı. Sanayileşmeye pek hevesli bir Ortadoğu ülkesinde Ankara’dan gelen resmi
–özel ve hem de pek oturaklı bir Türk ticaret heyeti ve ev sahibi ülkenin
sanayi bakanlığı yetkilileri ile birlikte bir meşrubat fabrikasını dolaşıyoruz.
Bir yandan şıralar, şerbetler, karışımlar hazırlanıyor. Her yerden renkli sular
akıyor.  Öte yandan konveyörlerde
baş döndürücü hızla şişeler ilerliyor. Bu karışımlar şişelere doluyor,
kapakları otomatik olarak kapatılıyor sonra otomatikman karton veya plastik kolilere
veya kasalara istif oluyorlar. Fabrika müdürü, şıranın özünün ABD’den,
şişelerin Türkiye’den, kapakların İtalya’dan, alüminyum kutuların ise
İngiltere’den geldiğini belirtiyor. Lisans sahibi ABD firması ülkedeki su
kalitesini veya sertliğini bu dünya markası kolası için pek uygun bulmamış. O
sebepten su da başka bir ülkeden tanker gemilerle geliyor. Ticaret ataşemiz
bana dönüp kısık sesle “Yahu Doğan’cım bak, adamların kolası bile montaj”
demişti.

TAYSAD
İzmir Şubesi açılmış. Vatana, millete hayırlı olmasını dileriz. Açılışta basına
konuşan dernek yöneticileri %78 otomobil ithalatını çok büyük endişe ile
karşılamışlar. Hatta tek bir tane otomobil üretmeyen, sadece kamyon, van ve
hafif ticari üreten, bunun yanında ise en fazla ithal otomobil satan şirketin
genel müdürü bile “%78 ithalat çok düşündürücüdür.” Diye buyurmuşlar
. Yani demeleri o deme ki “ithalat azalsın, yerli araç satış oranı artsın,
biz de tatlı tatlı yerli fabrikalara mal verip köşe olalım.”

Bunu
söyleyenler TAYSAD, yani taşıt yan sanayicileri. Öte yandan bunların ciddi ve
esaslı iş yapan dünyaca ünlü firmaları ise zaten ya yabancı kökenli, ya yabancı
ortaklı veya yabancı lisanslı.

Neyin yerli
olduğunu tarif etmek o kadar karmaşık bir iştir ki, günlerce hesap yapsanız
işin içinden çıkamazsınız. Örneğin; ünlü yerli römork üreticilerinin platform yarı
römorkuna hep birlikte bakalım.

Yarı römorkun boydan
boya giden iki tane putreli, yani şasi kolu vardır. Bazı fabrikalarda otomatik
kaynak makinaları ile kesilmiş bir lamanın alt ve üstüne bir karıştan daha dar
iki lama kaynatılır olur sana bir I kesitli şasi. Bu artık ABD ve Çin’de
Karabük Demir Çelik fabrikası gibi profil üreten fabrikalardan hazır alınır.
Bizde el işçiliği ucuz diye kaynatılır. Sonra bu iki putrele kros dediğimiz
enine putreller kaynatılır, bir de etrafı çevrilir. Oldu mu sana şasi artı
platform?

Sonra bunun
altına ithal malı akslar konur. Yerlisi de vardır ama onun içinde de freninden
rulmanına dek her şey dışardan gelir. Bir de uluslararası yola giden nakliyeci
“yurtdışında parçasını bulamam” korkusu ile illa tanınmış bir yabancı marka aks
ister, yerli aksa solak bakar.

Bir tarihte
Ortadoğu’daki bir ülkeye yerli bir üreticiden alınan yarı römorklar ihraç
ettik. Müşteriyi de bu yarı römork üreticisinin başarılı kopyalama ürünü olan
akslardan almaya ikna ettik. 3-4 ay sonra arızalar baş gösterdi. Kalkıp
müşteriyi yerinde ziyaret ettik. Adamcağızın ustası arızalı aksı sökmüş. Bize
akstan çıkan dört rulmanı gösterdi. Dört rulman ama üç değişik marka!
İnanamadık. Sonra rast gele bir başka aks söküldü, ondakiler daha bir alem.
Rulman markaları tamamen değişik olduğu gibi ölçüleri de farklı. Aksın rulman
yuvasını tornalayan “paddar zekalı” ustamız elindeki rulman sığsın diye rulman
yuvasını 1 mm daha derin paso ile işlemiş!! “Adam nasıl olsa Arap, bu aks çölde
dağılıp gitse ne olduğunu nerden anlayacak?” mantalitesi…

Üretime
dönersek, bu takılan akslara da yine ithal malı fren körükleri, fren boruları,
ABS sistemi, elektrik kablosu (bazen yerli olur da kablonun bakırı ve de
plastiğin hammaddesi de dışardan). Stop lambalarının dışları plastik enjeksiyon
makinesinden çıkmasına çıkar da bunların da ham maddesi petrol bazlıdır, yani
bizde olmayan nesne! Ampuller ise illa ki Çin malı!

En büyük
maliyet kalemi ise lastikler. Onlar yerli. Ne güzel aldatmaca? Öyle ya bu anlı
şanlı yerli römork üreticimize yerli lastik üreticisi firma fatura kestiğine
göre lastikler mutlaka yerli kabul edilmeli..(?)

Halbuki kazın
ayağı öyle değil. O lastiğin hammaddesi 30’a yakın türde kauçuk, karbon siyahı,
bir sürü kimyasaldır ve tümü ithal edilir.

Hani “içinde
kord bezi var o bez yerli” denir ama kord bezinin içinde polyester var, suni
ipek var (halis mulis yerli Bursa ipeği kullansalar tek lafım bile olmaz!) veya
nylon var. Hepsi petrol türevi maddelerden üretilmiş. Yani yerli denen kord
bezi de ithal ürünlerin bir ürünü. Lastiğin vulkanizasyonu için gerekli olan
kükürt bile ithal.

Eeee, hani
işçilik derseniz. Otomotiv lastik sanayiinde ürününün içindeki işçilik payı
%3’ü geçmiyor.. Sanayici akan su gibidir. En kısa yoldan eğimi bulur ve oradan
akar gider.. Kârı ithaldeyse ithal eder, yerlideyse yerliden alır.

Bu yerli(?) lastik
üreticimiz tarafından böylece üretilip sevgili yarı römork üreticimize satılan
ürünlerin kesilen faturasından ürün maliyeti düşüldükten sonra elde edilen
kârdan T.C. maliyesine %25 vergi ödendi mi, geri kalan kâr ortaklık oranına
göre yurt dışındaki ortağa şıp diye transfer edilir.

Kısaca yerli
yarı römork ürettik üretmesine de “bu araca yerli derken” yüzümüz kızarmıyor.

Yeni bir yerli
şehir içi otobüsümüz son ayalarda yollara çıktı. Araçta ZF veya Allison vites
kutusu ve akslar, MAN veya Mercedes Motor, Wabco frenler, vs, vs. Kaplama sacı
galvanizli ve de ithal. Tabanındaki su kontrplağı bile bilmem nerden. Işıklı
yön göstergesini toplayan elektrikçi firma LED ampulleri Çin’den alıyor.

Ama bu otobüs sayın
büyüklerimize “Alın size yerli otomobilden önce yaptığımız yerli otobüs!” diye
gururla taktim ediliyor.

Ne kadar çok
otomotiv ürünü ihraç edersek o oranda da otomotiv sanayii için girdileri ithal
etmek zorunda olduğumuzdan dolayı ha bire cari açık artıyor. Öte yandan tamamen
Türk emeği, sermayesi veya işgücü ile kurulmuş yan sanayicilerimiz zaman içinde
şirketlerini yabancılara devrediyorlar. Bunlardan onlarcasını örnek olarak
görmek mümkün. TAYSAD Başkanı Ar-Ge merkezleri kurularak yerli yan sanayinde
üretimin ve teknolojinin artacağını ve gelişeceğini beyan etmiş. Ne iyi, bu
fikir kaynaklarını kapmak için zaten yabancılar “aportta” bekliyor. Ar-Ge’de
başarılı olan firma olursa yabancılar ya onu lüp diye yutar ya da o gençleri
transfer eder giderler.

Siz hala
kurumlaşmamış sanayicileri Ar-Ge masalları ile avutacağınıza şu kurumlaşma
denen (züppeler buna kurumsallaşma der!) olguyu şirketlerinize bir getirebilseniz.

Yani kurumlaşma= her şeyin yazılı olması!.

Bizdeki bazı
yerli yan sanayici gibi resmi-özel diye çift muhasebe tutan kuruluşlara bu iş biraz
ters geliyor. “Bizi bozar abi” diye kısık sesle itirazlar anında duyulur. Onun
için kurumlaşmayı profesyonelleşme ile karıştırırlar hep.

Otomotiv
üretici ve satıcılarının büyük bir bayi ağı olduğu gibi buna paralel bir de
tedarikçi ağı vardır. Kendileri kurum olan bu ana firmaların öncelikle yapacağı
şey bayi ve tedarikçilerini “kurumlaşma” olgusuna getirmektir. Bunlara öyle
Ar-Ge gazı ile filan yardımcı olamazsınız. Dikkat edilirse bunlardan yabancı
kökenli tedarikçiler ana firmalarla çok daha rasyonel anlamda ilişki kuruyorlar.
Çünkü aynı dili konuşan, aynı hesabı yapan, aynı defteri aynı şekilde tutan
taraflar kurumlaşmada diyaloğu, iş bölümünü, dayanışmayı ve birlikteliği
sağlıyorlar.

Bunları yine
yerli – yabancı diye ayrıştırmaya kalkanlar lütfen yukarıdaki “araç lastiği hesabını”
bir kez daha incelesin.

Artık, iletişimiyle, teknoloji transferiyle ve ulaşımıyla gittikçe
globalleşen sanayi ve ticaret dünyasında yerli-yabancı ikilemi ile uğraşmak
abesle iştigaldir. Sonra “kolayı bile üretiyoruz” diye böbürlenirsiniz ama
monte ettiğinizin farkına varmazsınız!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir