Temmuz 29, 2013

Otobüsçülük nereye?

Bu işin otoritelerinden bir haber yayınlandı. “Son yılda 100 adet şehirlerarası otobüs seyahat firması kapandı” diye! Nedenini de hızlı tren ve artan uçak seferlerine bağlamışlar. Buna inanmak epey zor. İstanbul Otogarının web sayfasında şöyle yazıyor:


“Günde 15.000 araca kadar araç giriş-çıkış ve 600.000 yolcu kapasitesi mevcut olan terminalde bu sayının aşıldığı günler bile olabilmektedir.”


Kimse kalkıp da hızlı tren (sadece Eskişehir-Ankara ve Konya-Ankara arası çalışır) veya artan uçak seferleri şehirlerarası otobüsçülüğün belini büktü demesin. Çünkü otobüsçüler yaklaşık 60 yıldır devamlı olarak ve sadece birbirlerinin belini bükerler.


Otogarda dağıtılan gazetede bir yazı okumuştum. Otobüs şirketi sahibi bir vatandaş şikayet mektubu yazmış. Şöyle diyordu:


-“Otobüs taşımacılığı şirketi kurarak 1980’de işe başladığım ..….. bölgesinde o zaman iki firma vardı, şimdi ise 7 firma oldu. Ayrıca buradan en az 25 firmanın da otobüsü geçer. Buradan Ankara’ya otobüs bileti iki yıl önce 40 TL idi. Şimdi ise 35 TL. Yolcuya arabada ikram, kişi başına ortalama 5-6 TL civarında. Mazot iki yıl önce 2,5/3 TL iken şimdi 4,25 TL civarında…….. Bu işte artık kâr yok. Bonoları zor öder durumdayız..”

İşte yılların hastalığı aynen budur işte. Sektörün eskilerinden biri olarak durumu bir irdeleyelim:

60 yıl önce Anadolu’nun küçük bir şehrinde idim. Önce şehrin ismini taşıyan bir otobüs şirketi kuruldu. 5 esnaf ortaklı şirket 3 tane otobüs aldı. 4 ay geçmedi ortaklardan biri “kazıklandığını” öne sürdü, bir de işi öğrendiğini sandı, 3-4 tarla sattı o da kendine ismi “öz” ile başlayan yeni bir şirket kurdu, 2 otobüs aldı (otobüslerin hepsi de kamyon şasisi üzerine, ahşap karkas üstü teneke kaplanan kabinli Bursa işi otobüsler.) 2,5 liraya gidilen yere 1 lira dedi. Vay sen misin diyen? Öteki “50 kuruş” dedi. Beriki “bedava” dedi.

Babam bunların avukatı,
– Yahu deli misiniz böyle ticaret olur mu? Diye sorduğunda büyük patron;
– Sen merak eyleme abugat bey, onda iki tarla daha var, onları da sattı mı batacaklar, o zaman da meydan bağa galacak. Dedi.
Meydan hiç de ona “galmadı”. Dahası önce şehir isminin önüne “öz” eklenenden sonra da bir adet “hakiki” bir adet de ”en hakiki” ön isimlerini taşıyan şirketler arka arkaya mantar gibi kuruldu. Dikkat edin 1950’lerden bahsediyorum!

Yukarıdaki şikayeti okuyunca bir şey anladım. Bizdeki otobüsçülük 60 yılda ne kadar yol almışsa almış, milyarlarca kilometre gitmiş, milyonlarca litre mazot yakmış, milyonlarca kişi taşımış olsa da mantalite hep aynı. Neden? Millet hala geçmişte yaşıyor da ondan. 1970’lerde alırdın bir karaborsa Mercedes 0302, iki yıl kullanır parasını çıkarırdın, aldığın fiyattan daha pahalıya da bir güzel satardın.

 

Adama kıraç tarlasından böyle kâr gelmezdi ki. Canı çıkıncaya kadar kullanılan 0302 yi de her sokak başında bulduğun sahte yedek parçalarla tamir ettire ettire yola koşar, en sonunda turizmciye veya servisçiye veya halk otobüsçüsüne satardın.

Şimdi sayın otobüsçü illa “peron arabası” diyor. 15-18 metreküp bagaj istiyor. Öyle ya aşağıda adamın pekmez veya turşu bidonlarını da taşıyacak, gelinin ev eşyasını da veya dünyada tek örnek olduğu gibi “cenaze” taşıyacak. Bagaj büyüyünce haliyle otobüsün iç tabanı da yerden yükseliyor, 5-6 devasa basamakla içine tırmanıyorsun.
İkinci elde bunu turizmci almaz. 1,40 m boyundaki Japon hanım turist o merdiveni görünce korkar. Fabrika servisine belki olur, halk otobüsü hiç olmaz.
Patladı mı ikinci el “peron arabası” bireysel otobüsçünün elinde? 3-4 yaşını geçince şirket zaten hattan çıkarır. Nerede bu işin kârı?
Bir de devletten destek istenir. Hani dillere pelesenk şu ünlü “devlet bana sahip çıksın” muhabbeti. Devlet neden desteklesin bu çarpık yapıyı? Bakın dev otobüs şirketlerine, çoğunda öz mal yok. Adamlar cin. Otobüse yatırım yapmayacak kadar akıllılar da ondan. Bireyseli çekersin hattına, ver yazıhane parası, ver ikram bedeli, ver host veya hostes parası, ver oğlu ver.
Ne olur? Şirket kazanır, bireysel gümler.
Neden rahmetli Aziz Nesin “bu milletin %60’ı zekâ özürlü” dediğinde kimse üzerine almadı. Hep “ben akıllıyım, ben cinim, ben işimi bilirim” zihniyeti siyasetten spora, ticaretten taşımacılığa ön plana çıkmıyor mu? Çok cin geçinenler sonradan çarpıldıklarını anlayınca feryat etmiyorlar mı? Trafikte bile öndekini biçimsiz yerde sollamak, emniyet şeridinden gitmek, olmadık yerde zınk diye durmak, ters yönde girmek cinlik sayılıyor bu ülkede.

100 tane batan firma haberi veren yazıda “pek çok firma turizme döndü!” diyor. Hah işte, işin bir bakıma doğrusu da bu zaten. Ancak yıllardır ihmal edilen demiryollarının çok kolay yapılıp geliştirilemediği bir ülkemiz var. Haliyle şehirlerarası yolculuğun bir numaralı aracı otobüs olacak ve daha uzun bir süre olmaya da devam edecek. Unutmayalım ki dünyanın en iyi markalarını taşıyan otobüsler artık neredeyse sadece ülkemizde üretiliyor ve büyük oranda da ihraç ediliyorlar.

“Otobüsçünün derdi bitmez” derler. Doğrudur. Çünkü milyonlara varan yatırım yapar, cefakar sürücülerle gece-gündüz yol alırlar ama bir türlü “kurumlaşamazlar!”
Bu “kurumlaşma” olayını (bazıları kurumsallaşma gibi abuk bir terim icat etti!) sadece profesyonelleşme olarak algılama yanılgısına düşerler. Yani müdür, sekreter, kadrolu muhasebeci filan alıp bir de isimlerinin sonuna A.Ş. eklediler mi “kurum” olduk sanır ve kurum kurum kurulurlar. Halbuki sadece ve sadece her şeyin yazılı olduğu bir düzene geçseler otomatikman kurumlaşmış olurlardı.
Geçen bir yerel seyahat firması sahibi dostum kurumlaşma yolunda benden bazı fikirler istedi. Şirketin yaklaşık 6-7 kadar öz mal aracı var ama günde neredeyse 20-25 otobüse iş veriyor. Kimin nereye ne sefer yapacağını, kimin kime borcu olduğunu, kimin kimden alacaklı olduğunu sadece patron kafadan – ezbere biliyor. Tam “şöyle yap, böyle kurumlaş” diye tavsiyede bulunacağız, patron fena halde hastalandı. Ameliyat filan derken beyimiz tam 50 gün işten uzak kaldı. Hesabı kitabı bir tek o bildiğinden ödemeler yapılamamış, tahsilat gerçekleşmemiş şeklinde vahim bir tablo ile karşılaşıldı ve kısa yoldan konkordatoya gidildi. Bu arada rakip firmalar boş durmamış, seferleri çoğaltmış ve bazı otobüs sahiplerini de kendi hatlarına almışlardı bile.
Mekanizmayı tek başına yürütebilmek ancak tüm kuralları, şirket çalışma işlemlerini (buna şimdi moda terim olarak süreç denmekte!), sefer yapma talimatından, sürücü kılık kıyafetine dek her şeyi yazılı olan işletme artık kurumlaşmış olduğundan patron değil 50 gün, 100 gün bile seyahate gitse tıkır tıkır işler ama gel gör ki yurdum insanında yazma olgusu pek gelişmemiş.
O zaman daha çoook ağlayan veya batan otobüs firmalarını duyar, görür ve “vah vah” deriz.


Sevgili otobüs firmaları birbirini yemeğe devam ettikçe ve kurumlaşmanın yanına yaklaşmadıkları sürece daha çoooook hızlı trene veya uçaklara kabahat bulmaya devam ederler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir