Ağustos 27, 2014

Oynamıyorum!

İlkokuldayım, öğleden sonraları okul paydos olduğunda, hava güzelse doğru mahallenin uç tarafındaki arsaya futbol oynamaya! Ya bezden top var ya da iri kıyım kozalak. Bulabilirsek küçük lastik top en iyisi. Fakat eşraftan zahire tüccarı Osman Bey’in oğlu Tombul Selahattin koltuğunun altında pırıl pırıl meşin futbol topu ile köşeden belirdi mi akan sular dururdu. Hepimiz topa gözlerimiz diker, kedinin ciğere baktığı gibi bakakalırdık.

Tombul topu ile oynamamıza tek şartla izin verirdi: Kendisi bir takımın kaptanı olacak ve takımını kendi seçecek! Derhal kabul bittabi! Ancak Selahattin kim, futbol kim? Şişman gövdesi koşmasına engel, önüne gelse topa vuramaz, her daim çalım yer, bol ıska vs.vs. Kötü bir çalım yedi mi veya kendi kalesine gol attı mı derhal topunu yine koltuk altına sıkıştırır çekip gitmeden önce bize dönüp sırıtarak “Oynamıyorum, hıh.” Derdi.
Gayri bir gün canımıza “tak etti”. İlk Şeker Bayramında hepimiz söz birliği ettik. Tüm bayram harçlıklarımızı biriktirip müştereken bir top aldık. Tombul Selahattin’den böylece “sıyırdık.”

80’li yılların sonuna doğru dünyanın o zamanki en büyük otomobil üreticisi şirketin Türkiye’de üretim için yatırım yapacağını duyunca epey heyecanlanmıştık. Bu dünya devi Avrupa’daki uzantısının bir modelini monte etmeğe 1990 yılında başladı. 10 yıl sonra “oynamıyorum” dedi. Üretimi durdurdu. Salt ithal araba satışına yöneldi. Daha sonra dünyada pek fazla satılmayan bir Kore üreticisini gidip satın aldı ve Koreli araçları Amerikan markası ile 2004’ten itibaren Alman uzantısının yanında ikinci marka olarak Avrupa’ya ve ülkemize getirip satmaya başladı. Yılda 5-6 bin adetten 2011’de 23 bin adede dek çıktılar. Sonra birden bu Amerikalı dev Avrupa piyasasından çıkacağını duyurdu. Marka Amerikan kaslı araba imajı ile özdeşleştiğinden Koreli elbise içinde millete pek inandırıcı gelmemişti. Baştan ucuzken giderek pahalı oldu. Kısaca bir kez daha Amerikalı kardeş “oynamıyorum” dedi. Bu gün bu ünlü markanın Türkiye web sitesine girerseniz ABD asıllı olanlar görünüyor ama Kore kökenli araçları tıklayınca karşınıza şu yazı çıkıyor:

Yeni bir …(tıkladığınız model ismi var)… 4 kapı almak mı istiyorsunuz?

Maalesef artık bu mümkün değil. Türkiye'deki bayilerimiz harika görünümlü bu 4 kapılı sedanın bütün stoklarını sattı. İyi haber şu ki, (XXX= Alman uzantının markası) üstün teknoloji ve özelliklerle donatılmış kaliteli ve güzel görünümlü araçlardan oluşan geniş bir model gamı sunuyor.
Kendinize uygun aracı bulmak için tüm “XXX modellerini” inceleyebilirsiniz.

Yani “ben yokum (oynamıyorum, hıh) ama bak kardeşim var” demek. 2004’ten beri 100 bin adede yakın Kore kökenli/Amerikan markalı araç satılmış ama artık devamı yok. En fazla 10 yıl süre ile yedek parça ve bakım hizmeti verir sonra yine “eyvallah”. Forbes dergisi bu dev Amerikalının Avrupa operasyonunda sadece 2013’ün 3ncü çeyreğinde 214 milyon dolar zarar ettiğini yazıyor. Yani “oynamıyorum” demesi haklı demeğe getiriyor.

Halen ülkede FIAT, Renault, Honda, Hyundai ve Toyota yerli binek üretiyorlar.  Ayrıca Ford ve FIAT hafif ticari araç üretmekteler.

AYA 16 ton üzeri kamyon üreticisi ise iki tane kaldı: Mercedes ve Ford.
Bir zamanların International Harvester’i (yurdum insanı bunlara ENTER derdi), Kemikli Bedford’u, illa ki gırmızı yarım burun MAN’ı, gerçek 6×4 Mersinli Leyland’ı, önce FIAT daha sonra isim değişikliği ile IVECO’su, 1960’ların teknolojisi ile 2000’li yıllara dek direnen Dodge, Desoto ve Fargo’su artık bu ülke topraklarında üretilmiyor. Yavuz’lu Fatih’li Osmanlı Sultan isimleriyle BMC’nin de pek üretim ateşi kalmadı gibi. Sultanım neredeyse tahttan feragat eylemek üzere..Tümü artık “oynamıyorum” demiş. MAN sadece otobüse odaklı. Otokar, Mitsubishi ve Isuzu hafif, orta sınıf kamyonet, midibüs ve kamyon üretimine devamdalar.

Yerli olunca çok satarsın mantalitesi bir yere kadar doğru. “Yerli yapılacak” dedikodusu bile bu ülkede geçerli olan bir marka tercih etkenidir. Millet “yerli olursa parçası bakkalda bulunur!” der. Gerçek şu ki; “parçası bakkalda satılan arabayı alma kardeşim, parça ciddi iştir” yanıtını veririm her zaman.

Ama üretimi, pazarlamayı, satışı ve en önemlisi finansmanı iyi yönetemezsen istersen her bir vidasından kablo ucuna, camından otomatik şanzımanına kadar burada üret sonuçta bir gün “oynamıyorum” dedirtirler adama. Bu ülke tam bir otomotiv potasıdır. Sert madenler en son erirler, yumuşaklar buharlaşır.

Bir otomobil şirketi 1980’lerde ünlü bir Japon binek aracının İstanbul’daki başarılı bayisi idi. Sonra “ben bu işi kendim yaparım” hevesine kapıldı. Gitti o da bir başka Japon’un ülke distribütörü oldu. Olur olmaz ilk beyanat “bu araçları yerli yapacağız, Japon dostlarımız fabrika için arsa bakıyor”. Her milletvekili kendi seçim bölgesine otomotiv yatırımı çekmek için bunların peşinde. Arada bir distribütör işlerini rutin olarak kontrole gelen üçüncü sınıf bir Japon elemanı yakalayıp hooop filanca ilin valisine, oradan falanca şehrin belediye başkanına. Uyur-gezer medyam peşlerinde. “Japon heyeti (?) Vali Bey’den arsa için söz aldı” vs. vs. diye sütun sütun habire yazmaktalar. Çekik arkadaş ve Vali Bey’le iki fiyakalı resim filan. Yeme, içme, gezme, yerel eğlenceler, keyifler tamam..
Bazen ana şirketin ciddi bir yetkilisi çıkıp “Hüüopp bizim öyle bir düşüncemiz yok” dese de buradaki uyanıklar şova devamda. Fısıltı gazetesi tüm bayiler vasıtasıyla olası müşterilere haberi iletiyor: “Bu aracı al, bak yakında yerli olacak, parça, servis derdin olmaz”.  Gel gör ki gün gelir ve öküz ölür, ortaklık biter.

Arkadaşlar bu kez bir Çinli yakalarlar, onlarla da aynı masal: “Yerli yapılacak”.
Bu arada 2013 yılında 850 bin adet olan toplam binek pazarında ithal edilen iki Çinli markanın toplam satışı 1100 tane. Yani attıkları taş, ürküttükleri kurbağaya değmemiş. 2014’te bu ikisinin de “oynamıyorum” demeleri büyük olasılık.

90’lı yıllarda Avrupalılar dev Japon ve Kore rekabeti karşısında “saflarını sıklaştırdılar”. Stratejik birleşmeler yaptıkları gibi, ucuz satın alma ve ucuz üretim metotlarını geliştirdiler. Rekabetçi, ekonomik ve sağlam araçlar üretmeğe başladılar. Hafif ticaride inanılmaz atak yaptılar. Uzak Doğu bunlara cevap bile veremedi. Hele iri kıyım van ve midibüste Uzak Doğu bunlardan fersah fersah geri kaldı. O kadar başarılı oldular ki batar dedikleri Fransız gitti batmakta olan Japon’u satın aldı. Şimdi ikisi de paraya para demiyor.

Böyle fillerin dövüştüğü ve aralarındaki biçare tavşanların “küt” diye ezilip telef oldukları otomotiv arenasına çıkıp; “illa yerli araba yapalım” demenin mantığını daha bugüne dek kimse bana anlatamadı.
Haa, önce yaparız deyip sokağa atılacak milyarlarca dolarlarımız varsa ve sıkışınca da “oynamıyorum” diyeceksek ne ala. Tombul Selahattin’i oynamak kaderimiz sanki..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir