Mart 16, 2012

Babalar ve yiğitler

İç Batı Ege’de şirin bir kasaba kahvesinde akşam. Tavla pulu sesleri, çay kaşığı çınlamaları, ocaktaki demlik-çaydanlık düzeneğinin fokurdaması, arada bir gülüşmelerle süslü olan tipik kahve keyfi. Birden kahvenin kapısı açılıyor ve cırtlak bir ses:
–    Leeeyn va mı bana yan bakan? Millet dönüp bakıyor. Sıksan bir altmış boyunda sıska, çelimsiz bir adam. Kimse aldırış etmiyor doğal olarak. Başlar tekrar oyun kağıtlarına, okey tahtalarına veya okunmakta olan gazetelere dönüyor. Adam edepsiz, üsteliyor:
–    Leeeeyn va mı bana yan bakan? Kimse bu kez aldırış edip başını çevirmiyor. Adam aynı feryadı üçüncü, daha sonra dördüncü kez tekrarlayınca en arkalardan kalın bir ses duyuluyor:
–    Va len va, napcen bakam şimdi? Diyor ve yerinden kalkıyor birisi. Yerinden kalkmıyor, daha doğrusu yerinden kalkmaya devam ediyor. Doğrulunca bir doksan dokuzluk çam yarması gibi bir babayiğit dikiliyor en arka saflardan.
Bizim çelimsiz önce bir yutkunuyor sonra koşarak yarmanın yanına geliyor ve adamın sol elini tuttuktan sonra tekrar kahve sakinlerine doğru bağırıyor:
–    Leeeeyyn va mı şimdi abemle beraber bana yan bakan?

Yıllar önce yerli Anadol’umuz varken ona kardeş olarak FIAT 124 geldi. Bizdeki adı Murat 124 oluverdi. Bursalı diye herald. Nedense sonra Hacı Murat diye isim bile takıldı. 70’li yılların sonuna dek Murat 131 çıktı, orijinal FIAT 131’in aynısı. Biraz geçince orijinalinden uzaklaştırıldı. Kalıp malıp değişti, oldu size Şahin, Doğan, Kartal. Canı çekenler de gidip Şahin’i süslediler “Doğan görünümlü Şahin” diye otomotiv literatürümüze bir ürün kazandırdılar. Kuşları çok sevdi yurdum insanı. Bunun üzerine becerikli mühendis ve de pazarlamacılarımız emektar Hacı Murat’ı bir güzel yeniden makyajlayıp Serçe diye saldılar ortalığa. Ondan sonra çıkan modeller pek bu kuşların yerini tutamadı. Millet yenilik, ekonomi, estetik, güvenirlik, dayanıklılık, çeşitlilik ve en önemlisi ciddi kalite arayışına girince ithal oto satışları patladı.

Otomobil platformu üzerine yapılan hafif ticari araçlar yılda 250 – 300 bin adet üretilseler bile ekonomik olurlarken binek arabada yıllık üretimin 4-5 milyon adetlerde olması gerektiği savunulur oldu.

Yerli otomobil fabrikalarımız yabancı ortaklarının “ürün gamı tamamlayıcısı” olarak işlevlerine devam ettiler ve halen ediyorlar. Yani bazı modelleri üretip ana firmaya destek oluyor, üretmediklerini de ana firmadan ithal ederek pazarlıyorlar.

Ama gel gör ki bir “illa ki yerli otomobil” iddiası ortalığı sardı.

Yani tasarım yerli, tüm ana organlar ve parçalar yerli, yerli sermaye, yerli marka, yerli de yerli.

Neymiş? Böylece aziz milletimiz yerli otomobil alacak. İthal (gavur işi) otomobillerin soluğu kesilecek ve de bir türlü kapanmayan cari açık kapanacak. Buna kaç kişi inandı derseniz “galiba bir otobüsü doldurmaz” denir.

Koca koca dernekler, koca koca uzmanlara etütler yaptırdılar, raporlar hazırlattılar. Sonunda yukarıda tarif edildiği gibi işin olmayacağı, yani kazın ayağının öyle olmadığı anlaşıldı. Anlaşıldı anlaşılmasına da hani “yukarıda bıyık, aşağıda sakal” misali, bu tükürük nereye gidecek diye büyükleri aldı bir kara düşünce. Çığlığı bastılar:
–    Va mı leyyn bi babayiğit? Diyerekten. Epey bi sessizlik oldu. Tam ümitler tükenirken………….
Yiğitlerin babası çıka geldi, Hacı Murat’ın oğlu, “kuşların efendisi”;
–    “Va len va, va mı şimdi abemle beraber bize yan bakan” dedi. “Yaparız icabında. Biz zaten eski ayları kırpıp yıldız yapmakta ustayız. Hele siz bize teşviğin ucunu gösterin, akşama sabaha çıkar bilem banttan. Azcık ucundan, ucuz bile olur.”
Bu bir kasaba takımının tesadüfen lige katılıp “bu yıl kesin şampiyon olacağız” teraneleriyle lige başlaması daha sonra “küme düşmeyelim yeter” demesine benziyor.
Yola çıkılırken ortaya konan “kriterlerle” bunun alakası yok. Eh böylece “ne şiş yanacak ne de kebap!” Sanayiciler de kurtuldu, bürokratlar da.

Bu ülkenin otomotiv yan sanayisi de seslendi:
–    Biz her bişeyi yapıyoruz zaten. Üyelerimizden biri Honduras’a ihracat bile yaptı. (Standart dışı malını oradaki üç kağıtçıya sattın mı o da ihracat oluyor zaten!)  Amma bu yan(daş) sanayiciler:
–    “Motor ve diğer ana organları yapamıyoruz demediler”. “Hele araç elektroniği hakkında en ufak bir fikrimiz bile yok” hiç demediler. Demir çelik sanayimiz ise biz “otomotiv kalitesindeki saçı üretemiyoruz”u hiç mi hiç diline almadı.
Bayilerin derneği de tutturdu:
–    Biz yerli araç satarız. (Sanki şu an ülkede yerli araç satılmıyormuş gibi).
Ammaaa, dışa araç satamazsan, kapandın gitti. Onu da İtalyan ağabey yapacak zaten. Sana bırakmaz oraları. Herkes kendi çöplüğünde horoz misali.
Esasında kavram karmaşasına en güzel örnek bu:
 
Yola çıkarken tarif edilen yerli hangisi, halen üretilen araçlardaki yerli kavramı ne cihete bakıyor ve de yeni yerli kavramı nerede secdeye varacak? Anlayan beri gelsin.

Ünlü gazetelerin pek bi otorite ve de bol ahkâm – boş kelam otomotiv yazarları da sarıldılar kaleme (pardon klavyeye) “Aranan baba ve de yiğit bulundu” diye 24 punto başlık attılar. Cümle alem mutlu. Öyle ya “ne şiş yanacak ne de kebap”. “Bak işte biz dedik oldu.” “Ahanda size yerli otomobil.”

Biz ilk okuldayken “yerli malı haftası” yapılırdı. Duvara kuru incir, fındık, kuru üzüm, pamuk kozası resimleri içeren panolar asılırdı. O zaman yerli malımız onlardı, ne yapalım? Bir tekerlemeler ezberlettiler bize.
–    Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı.
Bunların üstünden 60 yıl geçti.
60 yıl sonra en bi büyüklerden biri de,
– Milleti yerli malına alıştırmalıyız. İthal malı alışkanlığından vaz geçirmeliyiz. Diye buyurduklarında gömlek kolunun manşetinden dışarı çıkan saatin en pahalısından bir “ithal” saat görüntüsünü TV kameralarına vermekte olduğunu unutuverdi. Böyle başa böyle tıraş misali.

“N’olucak saat de almayız, saate de bakmayıveririz” dersiniz icabında. Bakarsın Kayseri’den saat tamircisi ustanın biri “ben yerli saat yaptım. Bundan ayda bin tane yaparım ama devlet bana sahip çıksın” diye tez elden bir görüntü verir TV’lere.
Daha altı ay olmadı buralı bir vatandaş “Ey millet ben yerli motor yaptım” dedi çıktı işin içinden. Ne olduğunu bilen yok. Emsalinden % 40 daha ekonomikmiş. “Sen nesin ki emsalini ölçü alalım?” denmiyor zat-ı muhtereme. Çünkü tek teknik veri yok ortada.
Ehh bu ülkede mühendisten politikacı olur da politikacıdan mühendis olmaz mı? Ne ekersen onu biçersin lafı eskidi artık. Ektiğinle biçtiğin aynı olmayınca hesap hepten karışıyor.

Serbest ekonomi dışarıdan müdaheleye karşı çok hassastır. Dengeleri bozamazsınız. Sonra ters teper.

Millete “ithal otomobil cari açığın sebebidir” diye tanıtım yapmadan önce şu petrol faturasını azaltma çarelerini bir araştırsak. Yol ve trafik güvenliği en başında normal süratte araç kullanmaktan geçer. Aşırı hız kaza demek.
Ondan önce de aşırı hız her zaman ve her yerde fazla yakıt tüketimi demek. Trafikçilerimiz artık yollarda gözükmez oldu. Hız kontrolu Allaha emanet. Her şeyi zapt-ı rapta aldık ama şu trafiği kimse halledemedi şimdiye dek. Sürat normale hele bir gelsin, şu petrol faturasındaki düşüşü görelim bakalım cari açık kalır mı kalmaz mı? İthal otomobile “tu kaka” demeden önce zaten “kaka” olan trafiğe henüz çare bulunmayışı bir beceriksizlik abidesi olarak halen ayakta durmakta.

Eskiden bir kentteki esnaf vatandaş haylaz oğluna devamlı;
– Oğlum sen adam olamazsın. Dermiş.
Oğlan bir yolunu bulup önce bir konağa daha sonra saraya kapılanmış. Ona yağ, buna yaltak derken vezirliğe bile yükselmiş. Binmiş atına doğru babasına;
– Baba sen bana “adam olamazsın” derdin. Bak vezir oldum. Babanın cevabı:
– Oğlum ben sana “vezir olmazsın” demedim, “adam olamazsın” dedim.

Biz yerli otomobil yapılmaz demedik ki. Zaten yapılıyor. Ama tarif ile babaların ve yiğitlerin önerisi kel alaka..
 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir