Haziran 24, 2015

Efsane – Kestane


Neredeyse tüm İETT filosunun Skoda otobüslerle
donatılmış olduğu yıllarda, böbrek taşını bir türlü düşüremeyen hastalarına
doktorlar, “Git Şişli–Silahtarağa belediye otobüsüne bin, bir tam tur at ve
buraya gel” derlerdi. Tamamen Arnavut kaldırımı taşlarla kaplı o yolda
süspansiyon denen araç özelliğinin ne olduğundan hiç haberi olmayan, çevre
durumuna ise tam “solak” olan Skoda’ların yan cam şangırtısı, gıcırtıları ve de
korkunç horultulu motor sesi, içerisinin egzost dumanından göz gözü gelmeyecek
hale gelmesi gibi “ufak” kusurlarına karşılık Türk tıp dünyasına böyle değerli
bir hizmet vermiş olması gerçek bir İstanbul efsanesidir.

Bizim derginin son sayısında eski İETT
otobüslerine ait bir yazı çıktı. “Efsane otobüsler” diye. En önde 1950
sonlarına doğru alınan Leyland otobüslerinden birinin resmi var, sözde efsanelerden
biri. Aslen efsane değil “kestane”.

O devirde bir ihaleye çıkılmış. Leyland
fabrikasını ziyaret edip yağlanan – ballanan İETT tetkik heyetine “Aha
alacağınız otobüs bu” diye bir örnek göstermişler. Bizimkiler pek bi beğenmiş.
150 kadar ithal edildi. Otobüsler çiçeklerle süslenip İstanbul’da dolaştırıldı.
Sonra bir yaz günü servise çıktılar. Aaa o da ne? Otobüse girenler bayılıyor.
Sevinçten değil resmen bunalmaktan. Hastaneye zar-zor yetiştirilen
yetiştirilene. Kuzey ülkelerine ihraç için tasarlanmış olan otobüste yan
camların üstü açılmıyor. Koca otobüste iki yan camda içe doğru klape gibi
açılan küçücük yan cam üstleri var. Dahası otobüste bir tek tane bile tavan
havalandırma kapağı yok! Sıcak İstanbul yazında otobüsün içi cehennemden
farksız.

Otobüs uzun, düz ve virajsız yollar için
tasarlanmış. Aks aralığı uzun, dönüş daire çapı çok büyük. Çift geliş gidişli
caddelerde bile U dönüşünü 3-4 manevra ile tamamlıyor. Önde gelen ilginç
özelliği ise debriyajsız, yani yarı otomatik vites kutulu olmaları. İkinci
özellik kaportanın karkasa kaynaklı değil perçinli olması. Tamiri gerçekten çok
zor. Otobüsler İstanbul’un inişli-yokuşlu yollarında çuvalladı. Hemen hepsinin
diferansiyel dişlileri bozuldu ve sonradan yeni dişli oranlı olanları ile değiştirildi.

Dergideki resme bakınca tamponu krem rengine
boyamış olduklarını gördüm. Çok büyük yanlış. Çünkü sonradan yazacağım ilginç
bir anımda odak noktası olan bu tamponlar sadece metalik gri renktelerdi. İETT’nin
arşivindeki resimler siyah-beyaz ise restorasyonu yapan kişi bu rengi atlamış
olabilir.

İETT’nin gerçek efsanesi O321 Mercedes
otobüslerdi. Arkadan motorlu olduklarından yaklaştıklarında sesleri duyulmazdı.
Biraz yadırgardık. Bunların altı koyu kırmızı, üstü bej olanları Avrupa
yakasında, üstü bej altı lacivert olanları ise Asya tarafında çalışırdı.
Bej-lacivertin sarı-laciverti çağrıştırmasından ötürü Kadıköy tarafındaki
Fenerbahçe taraftarlarına “kıyak” yapıldığı söylenirdi.

O321 otobüslerde gerçek Mercedes efsanesi OM352
motor vardı. Bu motorlar bir milyon kilometreyi rahatça devirirdi. Bordo deri
koltukları, nikelaj çerçeveli göstergeler, fildişi renkli zarif ve ince
direksiyon simitleri ile o zamanın güzellik kraliçeleri gibiydiler. Şimdiki tüm
ağır vasıtalardaki kapkara ve kalın direksiyon simitleri hangi zevksiz
tasarımcıların icadı bilemiyorum.

Böbrek taşı düşürmesi ile özdeşleşen Skoda’ların
tanesi 1950’lerin sonunda 37 bin liraya alınmıştı. Dolar 1958’de ilk kez
devalüye edilip 3 liradan 9 lira 15 kuruşa çıktığı için bu otobüslerin tanesi 4.043
Amerikan dolarına gelmişti (Bugün bu paraya motosiklet alınır anca).

Böyle ucuz malın da artık gürültüsünü, kokusunu
ve dumanını çekmek kaderimiz oldu.

Bu otobüslerin bir kısmı şasi halinde
Çekoslovakya’daki Karosa fabrikasına yollanmış orada üstyapısı tamamlanarak
daha aerodinamik dış görünüm ve biraz özenle kaplanmış iç döşeme ile bize
satılmıştı. Bunların tipine Karosa Torpedo denirdi. Tüm camları yeşil renkli
olup epey “havalıydılar”.  Emirgan- Taksim,
Eminönü-Florya gibi sahil şeridi yollarının veya hatlarının krallarıydı bunlar.

Birden İstanbul caddelerinde Almanya’dan direkt
ithal havalı Magirus’lar göründü. Çok yumuşak süspansiyonlu idiler. Bir kişi
bile basamağa adım atsa otobüs sallanırdı. Sahilden 40 numara Taksim – Sarıyer
otobüsüne bindikten sonra Sarıyer’de indiğinizde deniz tutmuş gibi olurdunuz.
Bu şekilde otobüsten alt-üst olmuş mide ile inen kişi maalesef Sarıyer’deki
balık lokantalarına, ünlü Sarıyer börekçisine veya Sarıyer muhallebicisine
itibar eyleyemez, bir soda içip başka marka İETT otobüsü ile evine geri
dönerdi. Az sayıda olan bu otobüsler devamlı körük patlattığı için çok arıza
çıkardılar ve servis ömürleri pek uzun olmadı.

1971’de Otomarsan (şimdiki Mercedes Benz Türk)
satış müdürüyüm. İstanbul’daki Davutpaşa fabrikamızda günde 3 otobüs
üretiyoruz. Otobüslerin boyanmasında bir sorun var. O zamanın gerçek
efsanelerinden olan O302 otobüslerinin önde tek parça, arka iki köşede iki tane
tamponu ve ayrıca üç tavan havalandırma kapağı var. Havalandırma kapakları ve tamponlar
otobüsün gövdesi boyandıktan sonra takılıyorlar. Dolayısıyla boyahaneye ayrı
olarak giriyorlar. Otobüsün alt kısmı veya alttaki bandı (buna jet denirdi
nedense?) hangi renkse tamponların o renkte, üstü ne renkse havalandırma
kapaklarının o renk olması gerek. Tamponlardan bir tanesinde renk tutmaması
veya boya akması gibi sorun oldu mu fabrikada panik başlıyor. Çünkü hatalı
boyanan parça yüzünden otobüs tamamlanamıyor. Bazen de arka arkaya iki mavi
otobüs çıkıyor birinin tamponunun boyanması unutuluyor, bir sonraki ise
kırmızı. Kırmızı tamponu mavi otobüse takacak haliniz yok, mecburen bir tek
mavi tamponun daha boyanması bekleniyor. Üretim kısmı durumdan çok şikayetci.

Aklıma parlak fikir geldi. Tasarım bölümü ile
üretim bölümü arasında mekik dokuyup şunu kabul ettirdim. “Gelin tüm tamponlar
ve tavan havalandırma kapakları araç renginden bağımsız olsun. Hepsini şu İETT’deki
Leyland otobüslerde olduğu gibi gri metalik yapalım. Boyahane otobüs boyamaktan
biraz nefes aldı mı bolca metalik gri tampon ve havalandırma kapağı boyayıp
stoklasın, parça eksik diye bant durmasın”. “Olur mu olur” dendi.

Genç satış müdürünün teklifi büyük kabul gördü.
Bizim O302 şehirlerarası otobüslere gri-metalik tampon ve havalandırma
kapakları takılmaya başlanıp son rötuşlar için otoparka çekilmeye başlandılar.

“Model değişikliği var mı? Elimizdeki araç bir
günde eski model mi olacak?” Korkusu ile yaşayan otobüs esnafının fabrikayı “içerden”
ve dışardan gözetim altında tuttuğunu biliyorduk. Ancak bu kadarına ihtimal
vermemiştik.

Daha piyasaya bir tek gri metalik tamponlu araç
teslim etmemişken o zamanın otogarları olan Topkapı’daki Anadolu ve Trakya
otogarlarını ziyaret etmiştim. Perona gelip giden tüm O302 şehirlerarası
otobüslerin tamponları bir gecede gri-metalik renge boyanmıştı bile! Yani “benim
otobüs son model” muhabbeti. “İçimden “pes” dediğimi hatırlıyorum. Hatta üretim
müdürümüze “Hani yanlışlıkla otobüsün yanına elimizle çamur sürüp şekil yapsak
bu uyanıklar da tüm filolarına uygulayacak” demiştim.

Efsaneler
taklit edilir, kestaneler değil…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir