Ocak 5, 2016

Gerçek Değişim

Günün ağarması ile birlikte neredeyse tamamı uyumakta olan otobüs yolcularını kadın hostesin cırtlak sesi uyandırır:

–          –      Sağınızda Karga Sekmeeeeezz!

İlk kez Avrupa’dan ithal “Pullman koltuklu(!!!)” şehirlerarası otobüsleri İstanbul- Ankara arasında sefere koyan firma 1950’lerin ünlü MAS Turizm şirketi idi. Bir sürü rakip çıkınca sonradan kapandı gitti. Aynı isimli yeni bir şirket son yıllarda işletmeye açılmış, eski MAS ile ilgisi yok.

Kara tren yanında İstanbul – Ankara arasının ilk şehirlerarası ciddi otobüs taşımacılığı böyle başlamıştı. İstanbul Ayaspaşa’daki yazıhane önünden kalkan mavi renkli, yatar koltuklu, ithal malı otobüsleri lacivert takım elbiseli, beyaz gömlekli ve kravatlı sürücüler kullanır, orta yaşlı, lacivert tayyör giymiş hostes hanımlar servis yapar, bazen de güzergâh veya geçilen yerler hakkında yukarıdaki gibi bağırarak bilgi verirlerdi. En çok tercih edilen sefer akşam saat 10’da Taksim’den kalkıp sabah 8’de Ankara’ya varan seferdi. (Tam 10 saat).. Anadolu Ekspresi adındaki kara tren ise Haydarpaşa Garından akşam saat 8’de kalkar sabah saat 11’de Ankara Garına girerdi. (15 saat)!!

Eski ile yeni zamanlar arasındaki en büyük değişim ulaştırma/iletişim konularında olmuştur. Geçen bir arkadaşım Belgrad’dan İstanbul’a uçakla 1 saat 40 dakikada geldiğini söyledi. Bu mesafe kuş uçuşu 808 km.

Yıllar önce karayolundan Belgrad’a (963 km) sınırlarda bekleme ve dinlenmeler dâhil, tam 18 saatte gitmiştim. Ertesi günü bunuYugoslav dostuma anlattım. Dostum müthiş tarih meraklısı. Hele Osmanlı tarihini çok iyi biliyor. Bana gülümseyerek şunu söyledi:

–          –       Tam 24’te bir.

–          –       Anlamadım? Ne demek?

–          –       Osmanlılar zamanında ordunuz İstanbul’dan çıkıp Belgrad’a gelmek için tam 18 günü yolda geçirirmiş. Yani senin yolda harcadığın 18 saatin 24 katı kadar zaman!

O günlerden bugünlere değişimin ne kadar büyük boyutlarda olduğunu düşünmek bile ürkütücü. Birbirleri ile çok az temasta olabilen çeşitli uluslar, hatta kavimler bir yerden bir yere zorunluluk olmadıkça gitmezlermiş. İlk zorunluluklar ticaret ve savaşlarla başlamış. Balıkçıların ve küçük çaplı korsanların yaşadığı aslen Kuzey ülkelerinden gelmiş olan insanların yerleştiği Büyük Britanya adasında ilkel kavimlikten derebeyliğe, oradan da krallığa geçiş 16ncı yüzyılda Kraliçe 1. Elizabeth zamanında başlamış. Akıllı kraliçe usta denizcilerine “Gidin adalar, ülkeler filan zaptetin” diye buyurmuş ve bu büyük imparatorluğun temeli atılmış. Karayipler’de istila edilen adalardan gelen şeker kamışı, tropik meyveler ve baharat, daha sonra Asya’da Hollandalılar’la yapılan rekabetten galip çıkmaları ile Hindistan’dan çay taşıma ile başlayan ticaret, Afrika’dan köle ticareti yapılması ile devam etmiş.

19’ncu yüzyıla gelindiğinde Büyük Britanya ticaret filosunun belkemiği 200 – 400 ton arası kapasitede ve arkadan iyi rüzgâr alırsa saatte 20 deniz mili (36 km/saat) yapabilen ve adlarına Clipper denilen bol yelkenli ince uzun gemilerdi. Bu gemilerle yapılan seferlerin sonucunda gerek Afrika’nın, gerek Karayip Denizi ve Kuzey Amerika’nın ve gerekse Uzak Doğu’nun serveti İngilizlerin eline geçti ve böylece ticareti hızlı taşıma ile gerçekleştirerek zengin bir imparatorluk haline geldiler. Bu ticaret filosunun korunması için de dünyanın en büyük ve en güçlü deniz kuvvetini oluşturdular. 1.nci ve 2.nci Dünya Savaşlarında yenilmedilerse bunu güçlü donanmalarına borçlulardır.

Büyük savaşın ardından taşıma araçları konusundaki gelişimin hızı baş döndürücü. İlk kamyonun taşıdığı yük 230 kg imiş, şimdi onlarca ton. Hele diğer taşıma araçlarındaki gelişime göz atıldığında nereden nereye gelindiği kolayca görülüyor.

Denizden örnek vermeğe başlarsak, MSC şirketine ait MSC Oscar 19,224 adet 20 fitlik konteyner taşıma kapasitesi ile dünyadaki en büyük konteyner taşıma gemisi. 83,800 beygir gücünde motoru var ve 42,2 km/saat hız yapabiliyor. Gelmiş geçmiş en büyük gemi ise bir tanker, son ismi Knock Nevis. Tam 657 bin tonluk. 2010’da hurdaya çıkıncaya dek milyonlarca ton ham petrol taşımış.

Kanada – Pasifik hattındaki maden taşıyan trenleri her biri 7000 beygir gücünde arka arkaya sıralı 3 Diesel-elektrik lokomotif çekiyor. Arkalarında ise her biri 40 ton cevher yüklü 90 tane vagon var.

Havadaki şampiyon ise Rus malı Antanov 225 – Mriya kargo uçağı. Taşıma kapasitesi tam 247 ton.

İletişimin son 20 yılda geldiği nokta daha da şaşırtıcı. GSM telefonlardan veya Internet’ten nasibini almamış ülke yok gibi.

Bütün bu teknolojik gelişmeler yanında insanlarda çevre koruma, işinde etik kurallarına uyma, başka canlıların da hürriyetine ve haklarına saygı, hayırseverlik, komşuluk, arkadaşlık ve toplum kültürünü barış ve özgür düşünce yolu ile yüceltme kavramları ise neredeyse yerle bir.

Çalma, çırpma, kısa yoldan köşeyi dönme, başkalarının sırtından yükselme hemen her ülkede özenilecek değerlerden kabul ediliyor. Ulaşım ve iletişimin bunca gelişimine karşı insanların birbirini sayma ve değer verme yönündeki iletişimsizliği ürkütücü olmakta. Bu kadar ilerlemeye karşı toplumun hâlâ sorun çözmek için silaha sarılma tutkusu, bilgisayar programlarını başkalarının banka hesabını ele geçirmek üzere kurmaya çalışmalarına akıl erdirmek mümkün değil.

Emisyon değerlerini çarpıtarak milyonlarca Avro değerinde haksız kazanca sulanmak eskiden kimsenin aklına gelmezdi bile. Otomobili ilk kez 1886’da yapan Alman Carl Benz’in yıllar sonra kendi vatandaşlarınca milyonlarca hileli araç yapılacağını aklına getirmiş olabileceğini sanmıyorum.

Sevgili ülkemiz ise yerli araba yapıyoruz efsanesi peşinde birkaç yıldır oyalanmakta. Bu işe karar verirken otomotiv yetkili satıcılarının ileri gelenlerine sorulmuş derler: “Yerli araba çıksa satılır mı?”  Cevap net ve açık: “Tabii satılır, ancak araç şu şu şu özelliklerde olmalı ve de fiyatı anahtar teslim şu kadar olmalı.”

“Üç otuz paraya” eşit anahtar teslim fiyatı geçiniz, muhteremlerin tarif ettiği araç bizde eskiden çok tutulan iki modelin tarifine tıpa tıp uyuyor: Renault 12 Stationwagon ve de DGŞ, yani Doğan Görünümlü Şahin. Önemli teknik özellik ise her ikisinin de LPG ile çalışıyor olması. Bu cin yetkili satıcılar şimdi Cadillac elbisesi giymiş SAAB versiyonunu görünce ne diyorlar bilinmiyor.

Otomotivde binek veya hafif ticari araç yapan, kamyon ve otobüs üreten firmalarımızın büyük ortakları veya tamamen sahipleri yabancı devler. Onlar bizim imalat sahamızı, işçimizi ve yine çoğunluğu yabancı sermayeye ait yan sanayimizi kullanarak ülkemiz için hatırı sayılır ihracat rakamlarına ulaştılar. Buna erişmek aşağı yukarı 40 yıllık bir süre içinde gerçekleşti.

Öyle bir günde ihracat pazarı olarak düşünülen Orta Doğu veya Orta Asya’ya gidip “Ya Hacı veya ey Gardaş, al sana halis muhlis Made in Turkey araba, kaç bin adet sipariş yazalım ha? Ne diyon?” demekle bu işin olmayacağını bilemiyorsak bu rüyadan uyanmak için en başa dönelim o zaman:

Sağınızda Karga Sekmeeeezzz!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir